29 Ağustos 2012 Çarşamba

Anlaşılmış olmayı dilerdim...

Seni anlamazlar, ve anlamamaya çaba gösterirler,
Sen sadece doğru olanı ararsın,
gerçek olanı, saf olanı, en temiz olanı...
Olması gerekeni!
...
Şartlar koşarlar önüne,
"Güven!" derler, veremeden,
"İnan!" derler inandırmadan,
"Sev!" derler ne kadar sevdiğini bilmeden...
İnsan dersin ya!
İnsan
ve 
  sevgi...
var mı? olabilirmi ki daha önemlisi?
Anlamamaya gayret edercesine üzerler seni..
yinede,
defalarca sorarsın,
hemde defalarca,
haftalarca ,günlerce hatta aylarca...
Sana cevap olmak istemezler,
Sorular sorarsın cevapsız bırakırlar...
ya da
kendi algılarına uygun bir dünya yaratmışlardır kendi cevaplarıyla dolu tıka basa,
herşeyi senin kabullenmen üzerine kurmuşlardır yani,
kendi özgürlükleri üzerine bir başka deyişle...
Ne ortak alınan karara bir inançları vardır,
Ne de senin ne kadar sevebileceğini anlamışlardır.
...
Canını yakanı ne zaman anladılar ki
Şimdi anlasınlar?
...
Güven almaya muktedirlerdir sadece,
Güven vermeye çabalamadan,
senden güvenmeni beklerler,
sadece güvenmeni...
vermeden almak istedikleri
kuru ve bencil bir güven anlayışı...
...
Kırılma noktalarını bilmezler,
Herşeyi tek taraflı yaşarlar,
Sözleşmelerini tek taraflı feshederler,
Çünkü onlara göre sözleşme bile olmamalıdır.
Resmiyet sanarlar bu yüzden sevgiyi,
ama dönüştürdükleri şey eziyettir
bilmezler!
...
Üzülmen onlara tuhaf gelir,yanlış ve yabancı..
Kendi dünyalarındaki kesinleri senden bile daha önemlidir çünkü,
Parmağı kanayana üzülürler
ama
kendi parmakları kanayınca
gerçekten anlarlar
Canlarının ne kadar yanabileceğini...
...
yinede
 Onlar dilediklerini diledikleri gibi yapmalıdır
ve sadece karşı taraf onları yanlış anlamamalıdır!
Hepsi budur yani onlar için...
Hepsi sadece bu!
...
Herşey onların istediği gibi olsun isterler,
Senin ne istediğinin farkında bile değillerdir.
ama zamanı gelicektir ve
Sevginin değerini sevgisiz kalınca anlayacaklardır,
tıpkı suyun değerini susuz kalınca anlayacakları gibi...
Denizin ortasında bile susuz kalırcasına hemde...  
...
Dertlerini anlatmaya gelirler sadece,
Derdini anlamaya gelmekten habersizce...
...
Sevginin anlamını bilmeden alimi kesilirler,
Özgürlüklerinin kısıtlandığını sanarlar,
 Özgürlükleri'nin ne demek olduğunu ve seni ne kadar üzdüğünü bilmeden,
sonunda
neden üzüldüğünü bile soramayacak kadar anlayışsız bile olabilirlerken bazen...
İstedikleri tek şey "üzülmemen"dir,
- Onlara karşı birşey "hissetmemen" yani...-
...
Sevgini pranga sanarlar,
sevgi sandıkları prangalarla
başka gönüllerin hapsine girinceye kadar...
...
Artık çok geçtir herşey için...
...
Her defasında,
ansızın haberdar olduğun şeylerin açıklamasını yapamazlar,
sonradan öğrendiklerinin,
ya da bizzat şahit olduklarının da ...
Hepsini alır tüm gücünle denize atarsın kaybolur gider...
Seni anlamalarını beklememelisin asla!
Seni anlayabilselerdi
yani sevgini birazcık bilselerdi,
Birşeylere gerçekten üzüldüğünü anlamaya çabalamakla başlarlardı işe,
Üzüntünü hakir görerek boşuna olduğunu iddia etmeyerek...
...
Seni ne kadar üzdüğünün farkında olmayan ,
senin ne kadar üzüldüğünün nasıl farkında olabilir ki!?
U.E.

28 Ağustos 2012 Salı

Rengarenk ve ahenk, grinin tonlarına karşı

 
Griler vardır,
Bir kısmı beyaz olmaya çalışır, 
Bir kısmıysa siyah...
...
Griler tutunmaya çalışır hayata belki amaçları budur
ama
hayatın kendisinden çok taraflara tutunurlar,
Bırakabileceklerini hiç düşünmeden,
ya da bırakılabileceklerini..
...
Griler de vardır,
gri kalmaya razı..
Ne siyah olmaya nede beyaz olmaya 
niyetli 
amaçsız griler...
Hem siyaha hem beyaza hakaret griler...
...
Beyaz olabildiğinde siyahı birşey sanan griler vardır,
geldiği kasvetli griyi unutan griler...
Ya da siyahın karanlığında beyaz olmaya can atan griler..
 o gri kasveti bile arar hale gelen..
...
Bazı griler beyazda buldukça kendini, mutluluğu da bulur
bazılarıysa siyahın içinde gri olmayı bile unutur..
...
ASLINDA
Ne siyah beyazı, nede beyaz siyahı özleyemez
yoksa ikiside
tekrar GRİ olur.
...
Hayatın diğer renklerini de gör!
Yoksa hep grinin bir parçası olursun
siyahta olsan beyazda!
ya da grinin ta kendisi de...

U.E.



 

26 Ağustos 2012 Pazar

Doğru kişi işarettir sana!

İnsanlar tercihlerini yaparlar ve bir yola girerler,
Bu oldukça normaldir,
Yani işin önemli olan kısmı bu değildir asla!
Ama
O yolun, size doğru 
ve 
gerçekten mutlu olmak istediğiniz yol olduğunu
gösteren işaretler vardır.
O işaretin öyle
"Sonsuzluk kadar uzak ve bir sır kadar gizli"
olduğunu düşünürken,
aniden
SeSSizlik'in içinden çıkagelir karşınıza.
İşte o zaman inanırsınız doğru yolda olduğunuza...

Hiç tanımadığım kadar çok tanıdığım
(SeSSizlik için)

U.E.

Özdeyiş? sözdeyiş? sözde deyiş?


Özdeyiş gereklidir bazen 
özünde ne varsa o çıkar.
 Bazılarınınki sözdeyiş 
ya da 
sözde deyiş o ayrı mesele.. 
Söylemek değil yani,
hissiyatın sana 
söylettirebilmesidir bazışeyleri
Özdeyiş.

U.E.

Unuttuk mu sandınız? haklısınız...

Sizleri unuttuk mu sandınız?
Kim yapar sizin yaptığınızı artık?
 Düşünmeden,
ardına bakmadan 
ve
geride bıraktıklarının acısıyla...
 ...
Kim ölümün kutsal olduğunu düşünür bu kadar?
Kim umutlarını emanet bırakıp gider sizler gibi?
Birdaha geri almamak üzere hemde...
...
Kimin için saatlerin bile önemi yoktur artık,
günler,haftalar ve yıllar bu kadar hayal,
ömürse bu kadar kısayken?
...
Anlatırlar ya bize,
"Gözleriniz ufukta"
"Elleriniz tetikte"
Ama kimse sormaz
Umutlarınız nerede?
ya da yarınlarınız sönecekti hangi siperde?
...
Dürüst olalım mı size karşı?
Bize bıraktınız,
ve bıraktığınız maalesef bıraktığınız gibi duruyor..
Yeni hiçbirşey yok,
pardon var,
O eski RUHU kaybetmiş yeni bir "ruhsuzluk" var
üzerimizde...
...
Sözler hep aynı,
Ezberlerin yalakası olduk artık,
değişmeyen cümlelerimizle hep;
"Yüreğimizde yaşıyorsunuz"
-yalan!-
"Sizi unutmayacağız"
-yalan!-
Yüreğimizde yaşatmıyoruz!
Unuttuk sizi!
İnanmayın bize, 
siz bize inanıpta savaşmışken hemde!
Yapmamız gereken sadece dün gibi hatırlamaktı herşeyi,
ve bir o kadar da gurur duymaktı sizinle...
...
Konuşmalar hazırlıyoruz hep sizler için,
Kağıtlardan okuyoruz duygularımızı,
ya da duygu sandığımız kırıntılarımızı...
Nasıl olurda bu kadar soğur yüreğimiz,
ve unutur benliğimiz..
Nasıl olurda olmaz gönülden söyleyecek
bir iki cümlemiz?!
Ucuz cümlelerle ve süslü edebiyatların yardımıyla biraz,
Hatırlatmaya çalışıyoruz sizi,
Kendimiz bile hatırlayamazken...
 ...
Çok özür dileriz!
...
Bugün 26 Ağustos,
bugün başlamıştı herşey sizin için,
aslında herşey bizim için...
Çünkü bütün bu fedakarlıklar bizim içindi biliyoruz!
Şunu bilmiyoruz sadece, acaba 
26 Ağustos 1922'de sizin yerinizde biz olsaydık
Sizin yaptıklarınızı biz yapabilir miydik?
Bilmem belki hiçbirimiz,
belkide çok azımız...
...
Çünkü imkansızlığın tek imkan olduğu zamanları ve diyarları bilmiyor artık
hiç bir erkeğimiz ve kadınımız.
İşte belkide bu yüzden bu kadar
yanıyor şimdi canımız.
Çünkü ne yapsak ne etsekte
anlayamıyoruz sizi.
...
Üzgünüz...
umarız bizi affedersiniz!
...
Sizleri unuttuk mu sandınız?
Evet haklısınız.

(Cesur Yürek Mustafa Kemal ATATÜRK,
KAHRAMAN Türk kadını ve çocukları ve isimlerini bile unuttuğumuz 
yüzbinlerce ÖLÜMSÜZ şehit ve gazimiz için..)

U.E.



25 Ağustos 2012 Cumartesi

Aslını reddetme(k)!


Doğruyu görmedikçe sen,
görmek istemedikçe,reddetikçe aslını, 
gerçeğin altında ezilerek sıradan ve yassılaştırırsın duygularını,..
...
 O kadar yassılaşırsın ki bir ömür boyu, 
2. boyuttan dışarı çıkamaz, 
3.boyutun hayalini bile kuramazsın ki 
asıl mesele 4.boyutunda yüzebilmektir duygularının.
...
Derinler seni boğar, hayallerin seni yorar
 ama 
sen 4. boyutun varlığından bile birhabersindir hala...
...
 İnan duygularının sislerinde bilmediğin evrenlere ışık saçmak, 
karanlık bir okyanusa yelken açmaktan daha fazla cesaret ister..

 U.E.

Mim geleneği?!?!


 
 Bir dünya isterdim
Birgün kimsenin bloggerda "mim"lemediği,
ya da "neden mimlemiyorsun?" diye inlemediği..

...
U.E.







24 Ağustos 2012 Cuma

7 duy(g)u organı...


Yaşamak,
Hiç ummadığını yaşamak bir anda,
ya da umursamadığını...
...
Hissetmek,
Daha önce hiç hissetmediğini hissetmek ansızın...
...
Hatırlamak,
Canını yakan herşeyi uyandığında tekrar hatırlamak
içini yakarcasına....
...
Ağlamak,
Erkek olmanın verdiği sorumluluğun içine damlattığı gözyaşları,
sana yakıştıramadıkları ağlamak...
...
Sevmek,
Her sevdiğinde sevmekten daha çok korktuğun sevmek...
...
Bilmek,
Bildiğinde bildiğinin seni ne denli sen yaparken,
senden de seni o denli aldığını bildiğin bilmek...
...
Düşünmek,
Düşündükçe düşmek ama her doğrulduğunda daha derin düşünmek
ve bir o kadar daha derin düşmek...
...
AMA
"GERÇEK"
Gerçekten
Yaşadığında,Hissettiğinde,Hatırladığında,Ağladığında,
Sevdiğinde,Bildiğinde ve Düşündüğünde
  gerçek...

U.E.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Güçlünün gücüne giden...

                                         
  Güçlüler vardır. Onlar! "Bileği bükülmez"ler..
Çünkü hep gücün yanındadırlar,
Aslında ne kadar güçsüz olduklarını bilmezler,
Çünkü hep gücün yanındadırlar...

U.E.

16 Ağustos 2012 Perşembe

Kelebekler ve Sen...

 
Ordasın sen belki denizin karşı kıyısında,
gece karanlığında parıldayan ışıkların orda işte.
Belkide bu kıyıdasın,
bilmiyorum.
...
Gözlerinden taşan tuzlu suyun manasını sorgulayamaz olmuşsun artık,
sadece tuzlu su işte,
ve damla damla derken
yolunu bulagelmiş zamanla o güzel yüzünde,
geçtiği heryeri dahada kuruturcasına...
...
 Bilmem belkide o karanlık deniz senin gözyaşlarınla dolmuştur,
ya da diğer "sen"lerin...
Bilmediği değişmez birşey varsa bizlerin,
seni anlayabilmenin,
ya da
en az sen kadar sen olabilmenin,
ne kadar da uzak olduğudur bize ...
 ...
ama seninde bilmediğin,
gün doğduğunda o karanlık denizin üzerine ılık nefesiyle ve parlak ışığıyla,
orda ilk sen olucaksın,
hepimizden daha gerçek ve sıkı tutunacaksın hayata,
hem unutma çiçeklerde sen gibi hareketsizdir
ama,
en güzel kelebekler yüreği en geniş çiçeklere konar!

(sadece gün doğumunu bekle)
yeniden doğuşunu...

 "O"na...

U.E.


1 ekmek=25 hayat


Ailene 1 ekmek götürmek bazen hayatın kadar pahalı olabiliyormuş.
25 insan, 25 nefes,25 ses, 25 umut, 25 kader,
25 hayat...
Varlığımızı "İnsan" kelimesiyle anlamlandırmaksa amacımız,
en az 25 kez yanmalı canımız.

-Savaşın tarafsızlarına -

U.E.

14 Ağustos 2012 Salı

Herkes gibi...


 Herkes gibi olmak,
tek isteği bu başka ne isterdi ki?
Ama herkes,
O'nun "herkes" gibi olma arzusunu nasıl anlayabilirdi ki
"O"nun gibi olmadıkça?
Herkes zaten en az "herkes" kadar herkesti...
ve "herkes" olmak zaten herkesin hissettiği gibi birşeydi herkese göre..
"herkes"ten başkası yoktu yani herkesin fikrince...
Ama O, kimse'nin olamadığı kadar hiçkimseydi kendince..
Herşeyi "herkes" gibi hissederken hiçbirşeyi "herkes" gibi yapamamak
herkesin anlayabileceği birşey değildi nihayetinde..
işte bu yüzden -hiçkimse-
yani herkes
O'nun olmak istediği "herkes"i anlamaktan bile
en az onun "herkes" olmak arzusuna olduğu kadar uzak...

U.E. ' den O'na...

U.E.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Bakma gör! görebilmesini bildikçe...


 Hayat yanıtsız sorularla dolu,
bazende sorusu sorulamamış yanıtlarla,
kesinliğinden emin olduğuna bile duyduğun şüphelerle...
Sadece doğru olmasının hayalini kurduğun şeylerle...
....
Hayat sarılamaz yaralarla dolu,
bir kez açtığında kapansa bile izbırakan yaralarla,
ona her baktığında sana kendini hatırlatan hatalarla,
Unutmanın bile anlamını unutturan...
...
Hayat is kokan umutlarla dolu,
o koku her dolduğunda burnuna,
O umutların yanışını umutsuzca izlerken hatırlarsın kendini,
dumanında boğulmak istercesine...
...
Hayat anlamsız sözlerle dolu,
Canın her yandığında sana hiçbirşey ifade etmeyen sözlerle...
 Yabancı ülkenin yabancı dili gibi,
ama bir o kadar da senden ve sana sadece sesten ibaret gelen...
...
Hayat seni yarı yolda bırakan beklentilerle dolu,
tırmandıkça seni zirvesinden uzaklaştıran bir dağ gibi,
neden çabaladığını her sorduğunda,
üzerine çığlar deviren...
...
Hayat kusursuz yalanlarla dolu,
doğruluğuna her inandığında sana inancını sorgulatan...
Farkına vardığında geç kaldığın,
ardından gözyaşlarıyla bakakaldığın yalanlar...
...
AMA
Hayat güzelliklerle de dolu,
görmekle bakmak arasındaki ince çizgide nefes alan,
görebilirsen şayet sana sen kadar yakın,
bakarsan sadece sana yine sen kadar uzak... 
 
U.E.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Kibiri sonsuzlukla boğmak

 Benlik açtır.
Doyuramazsın,
kendin için yaşamayı seçtiğinde,
yani sadece ben varım dediğinde,
içinde hiç doymayan bir canavarı beslemeye başladın demektir,
doymaktan fakir,
   nankörlükten zengin,
anlayıştansa tamamen yoksun...
...
Sevginin zirvesinde bir benlik, "ben" demeyendir hiçbirzaman,
duygular ve vicdanın sınırlarında bile "ben" yoktur çünkü.
Ufkun genişledikçe ne kadarda kendi merkezinden uzaklaşırsın,
evet belki etrafında dönen uydularıda tanır gururlanırsın ama,
hani gezegen olmaktır ya haddin,
bu yüzden, etrafında döndüğün birde güneşin vardır unutma,
ve onunda etrafında döndüğü bir galaksi,
tıpkı diğer güneşlerinde yaptığı gibi...
Ve o galaksinin bile içinde bulunduğu ıssız ve uçsuz evren işte,
tıpkı sayısız diğer galaksi gibi..
...
Ve işte tamda o an,
"ben olmazsam"
diye bir iddiaya giremez,kibirlenemezsin,
aksine "ben olmadan"da zaten var olan herşey var dersin.
ve sen olmadanda,
yani herşey sensizde sonsuz bilirsin...
İşte artık "ben" değilsin,
"biz"sin...

U.E.

Özgür bırak algılarını...


İnsanı duygusal ve düşünsel etkinliklere yabancılaştıran,
ona kendi üzerindeki kontrolü kaybettiren
 veya bu kontrolü zayıflatan 
her fikir ve her olgu,
 insanı anlamaktan 
ve  daha önemlisi
insanı insana anlatmaktan 
çok uzaktır.

U.E.

"Biz" burdayız, ıslak ve umutlu...


 Herşey hissetmekle başladı...
Eğriyi doğrudan bile ayırt edemezken sen,
Daha yolun başındayken yani,
Ne oldu da hissetmeye başladın?
...
Gözlerinin önünde akıp geçen hayatlar sadece bilinçaltına sıkışıp
kaldılar mı öylece?
Sen yokken devam etmediğini sandığın bir tiyatro gibi,..
Acıları gerçek,yaşanmışlıkları,gözyaşları,hayalkırıklıklarıda..
Ve hala yaşanıyorda,..
Sadece sen orada yoksun hepsi bu,
Ne gözlerini kapamak,
nede onları ya da olanları unutmak veya unutmaya çalışmak, hiçbiri...
Hiçbiri var olandan uzaklaştırmıyor seni,
Nede yalın, nede soyut..
...
Nasıl kapayabilirsin ki gözlerini?
Kapayamadın işte, gözyaşları orda yağarken bitmeyen cefanın üzerine
 sen burda nasıl güneşlenebilirdin ki yarınlarınla ve umudunla?
Herşey hissetmekle başladı,
Düşünmeye başlamakla..
ve yaşamakla...
Onlarla orada ıslanmaya karar vermekle...
...
Gözlerinin önünde yittikçe o nefesler,
Gittikçe yere düşen her damla senden uzağa,
Nasıl bir yolunu bulupta bulutların ardından gösterebilirdin gökkuşağını onlara?
Nasıl o bir defalık hayatlarda sonsuzluğu kavrardınız birlikte,
hemde sevinçle,umutla ve inançla!?
...
İşte bu çaba seni sen yapan!
Bu çaba seni sen yapmalı!
Seni de "biz"...
Çünkü sensiz "biz",
yalnız "siz"...
ümitsiz ve nefessiz...
Ölüm gibi sessiz...
...
 Herşey hissedebildikçe,
düşünebildikçe,
yaşayabildikçe,
ve birlikte ıslanabildikçe,
ve nasıl değil,
Ne pahasına olursa olsun
diyebildikçe!
Unutma!

U.E.

10 Ağustos 2012 Cuma

GERÇEK!


 Gerçeklere tutunduğumuz zaman biz varız,
Çünkü gerçek olan yegane biz, varlığımız...
Gerçeği gerçekten gerçek yapan tek gerçek!

U.E.'den SeSSizlik'e

U.E.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Seni senden alamazlar! sen seni onlara vermedikçe...

 
İçindeki gülümsemeyi almaya çalıştıkça onlar,
O'da içinden gülümsemeli onlara, alay eder gibi...
Kim alabilir ki onu?
Ve bilki, mutluluğunu kıskandıklarında,
ararda bulamazlarsa nedenini,
deli olduğunu bile düşünürler.
Ama bilmezlerki var olmadığını sandıkları nedenin
aslında kaybettiklerinden ibaret olduğunu,
ve kaybolan yok olmamıştır,
sadece oralarda biryerlerdedir.
Onlar bulamamıştır işte hepsi bu.
Bulamadıklarını yok sayacak kadar aptal da değiller ya?!
Onların kaybedipte senin bulduğun şu nedenden,
yani mutluluk nedeninden bahsediyorum.
Gözlerde umuda yer vermedikçe,
ve "yüzlerde" yüzlerce kez bile olsa tebessüme
dönüşebilmek için çırpmadıkça kanatlarını,
bilemezlerde zaten...
Onlar sadece yüzlerine gülümsensin isterler,
bütün kibirleriyle,
gözlerine umutla bakılsın,
ellerinden tutulsun...
Hemde bunların hiçbirini yapmayı bile bilmezken.
Utanmadan yani....

U.E.

Geç Olmadan...

 

Saate her bakışın bir yaşam belirtisidir aslında,
içinde yarınlara dair tutkular barındırdığı için.
Geride bıraktığın her saatse tutkunu senden çalar
tıpkı bir çalar saatin uykunu senden çaldığı gibi,
her defasında bir daha dönersin o tutkuya, ya da uykuya ama,
her defasında biraz daha söner ateşin senden çalınanların hatırasında.
O yüzden yarınlarına ihanet etmek istemiyorsan zamanı iyi kullan!
Severek,değer vererek,derinden hissederek,dokunarak sarılarak,
sımsıkı sarılarak hemde,
Seni senden çalan zamana ihanet.
Duygularını elinden alan...
Çünkü zamanın kapını çalamayacağı günler de gelicek unutma,
senden birşeyler alamayacağı...
Benliğin yok olduğunda...

U.E.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Değer mi? Değer..


Dokunmanın anlamını görmeyenden daha iyi bilen,
hem görmeyen hem duymayandır,
tıpkı sevmenin anlamını sevilenden daha iyi bilenin sevenin olması gibi...
Yani bir olguya verdiği anlamı ona verdiği değerden bilmeli insan,
Ondan gördüğü değerden değil...

U.E.

Saklambaç? Saklanma kaç!


 Şimdi kocaman aç gözlerini,
İyice bak, ve iyice gör!
bak ellerin tozdan topraktan kara,
kapkara gözbebeklerinden demir fillerin sana yaklaştığını görebiliyorum,
Onlar seninle saklambaç oynamazlar sakın gözlerini kapama,
İyice bak ve gör!
Sakın geriye saymaya başlama!
bitiremezsin...
Onlar seni sobelemez,
Uzaklaş git ordan!
Gözlerinden yaşlarda dökme sakın!
Görmezler seni,
Yaklaştıkça yerleri titretirler,
Korkma!
...
Sakın konuşma onlarla 
Seni dinlemezler...
Sen minicik bir kızçocuğusun.
Onlarsa bir tümen dolusu kayıp ruh,
 bu saklambaçta kendilerinden kaçarken kaybolmuşlarda
 bu demir fillerle çıkagelmişler dünyana,
hemde sobelemekten bihaber...
düşünsene!
...
Ciğerlerini barutun kokusu ,
yarınlarını da dumanı sarmış,
Ne düşündüğünün nasıl bir anlamı olabilir ki artık?
Ya da ne düşlediğinin...?
...
Anneni babanı da sorma sakın,
alıp götürdüler onlarıda umutlarının gittiği yere,
yüreğinin bile götüremeyeceği kadar uzağa...
Gidemeyeceğin kadar yani...
İçin katılıyor,canın yanıyor,bağıra bağıra ağlıyorsun..
bir daha hiçbiri yok diye,
Bu toz ellerinden hiç çıkmayacak
Demir fillerde gözlerinden...
Suç sende ama,
 iki ateşin ortasında,
5 yaşında minik bi kız çocuğu
saklambaç oynamamalı!
Dünya aslında senin O'nu ciddiye bile almayacağın kadar ciddi işte!
...
Seni es geçiyor bu demir filler,
5 yıllık koca ömründe ilk defa senide almalarını istiyorsun,
alıp götürmelerini.. O bembeyaz yüreğinin bile götüremediği yere...
almıyorlar,hemde alabilecekken...
Hemde annenin,babanın,kardeşlerininde orda olduğunu
onlarda senin kadar iyi bilirken.
...
 Hiçbirşeyi anlayamayacak kadar küçük olduğunu sanıyorlar ama 
savaşın ne kadar aptalca olduğunu anlayabilen birtek sensin,
kendine yetişkin diyen ama hissiyatlarına bile yetişemeyenlerin arasında...
sesler,gürültüler,acı iniltiler bir yana,
 kaçarken arkana bile bakamadığın bu topraklarda
tek başına bir ailesin artık...

"Suriye'li günahsız tarafsız'a..."

U.E.




6 Ağustos 2012 Pazartesi

Tesadüf

Tesadüf, o tesadüften hoşnut olanlar, yani aslında
bir bakıma işine gelenler için zamanla tesadüf olmaktan çıkar.
Ama soran sorgulayan için tesadüf 
başlı başına bir kafa yorma nedenidir.
İşte tesadüf gerçekten bu insanlar için bir tesadüftür
ve nedeni insan aklına hitap edinceye kadar araştırılmalıdır.
U.E.

5 Ağustos 2012 Pazar

İnsanlar ve insan


Adım adım giderken nereye gittiğini bilmediğin yolda,
bildiğin tek şey sadece o yolda gittiğindir ya hani,
zaman ve mekan seninle sınırlıdır ya,
herkes sen ses çıkarmadığın için yapamazsın sanar,
yalnızsın sanar, uzaksın sanar,imkansızsın sanar
kaçamaz,gidemezsin sanar..
ama uzaklaştıkça ondan,onlardan insanlardan,
herşey daha mümkün görünür,
ama sadece sana..
çünkü kaybetme korkusu onlarda yoktur hiç...
...
hem bazen herşeyi yanlış anlasanda, yanlış yorumlasanda,
kırdığını bilsende sonunda düzelsede bazı şeyler,
kırıldığın kadar kırdığını,
hatta kırıldığından az kırdığını gördüğünde
ve..
kırdığın zaman canın yandığında, sen kırılırken kırmanın nasıl can yaktığını bilirlerken,
onlar kırılırken seni kırdıklarını bilmezler ya,
işte öyle bişey...
dersin ki,
"gerçekten bilselerdi kırıldığımı ben kırılmadan anlarlardı"
...
ama onlara kırılmak dediğinde akıllarına cam parçaları gelir sadece.
can parçaları değil asla...
insan kalbinin nasıl kırıldığını bilecek kadar ince ve temiz kalplidir bazıları ama,
bunu düşünecek kadar tecrübeleri yoktur işte..
...
onlara sorsan anlıyorlar seni,
anlamanın anlamını biliyorlarsa tabi...
ama
aslında yapraklarının herbirini dökerken nasıl bir kumara giriştiğini bilmiyorlarmı sanki?
...
hayatı özgürlük sanarlar ama bilmezki en özgür insanlar sevdiklerinin yanında olanlardır,
bunu söylersin onlara ama anlamak değildir yapmaya çalıştıkları..
...
yarım kalan hesaplar Onlarda kapanır,
Onlara göre yani,
Onlar öyle rahatlattıkları için
İçlerini...
sende veya sence değil..
Onlar için artık mazi olan senin için hala sıcak bi yaradır...
 ...
Onlara kızmazsın kızamazsın ama her ihtimalde sırtlarını yaslamışlardır bazı şeylere,
İnsanlar böyledir işte, ama sende insansın
ama onlarda bunu bilemez..
U.E.


4 Duvar Gibi...


4 duvar gibisin, yeni fikirler görüşler ve hisler duvarlarına pencereler açar.
Açılan her pencerede dışarısını,hayatı yani gerçeği daha iyi görürsün.
Yanlış görüşler ve hisler perde bile olsa pencerelerine, 
en nihayetinde o perdeleri kaldırıp yine o pencerelerden bakmasını,
bakabilmesini öğrenirsin.
Her bir pencere ışığı daha fazla davet eder 4 duvar odana,
O ışığıda yansıtırsın kendi ışığınla birlikte,
yani her bir pencere aslında içindeki ışığıda aydınlatır ve yansıtır zamanla dışarıya,
ışığına katılan yeni ışıklar olur,
nam-ı diğer yeni insanlar , fikirler, görüşler ve hisler.
Işığında aydınlanırlar tıpkı seninde diğer ışıklardan aydınlanışın gibi,
Sonra birlikte öyle parlarsınızki gözler kamaşır.
...
Ve artık duvarlarıda kırmak istersin pencereleride...
Kırarsında, ne duvar kalır ne pencere,
artık ışık sensindir çünkü ve onu görmen için pencereyede ihtiyaç kalmamıştır.
Kimsenin göremediklerini görürsün o aydınlıkta, bilemediğini bilir, 
duyamadığını duyar ve hissedemediğini hissedersin.
Aydın ve gururlu.
Herşeye bakışın değişir herşeye hemde.
Hiç hissetmediğin şeyleri hissedersin ve bu mutlu eder seni.
O kadar mutlu olursun ki,
                       evrenin bile yükünü sırtlanırsın,                      
eee sen ışıksın unutma,
Bütün mesele karanlıkta bir mum olarak başlayabilmekte,
gerisi çok kolay!
 U.E.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Yaşlandırdıklarımızın anısına...


Gözlerinin içinde anlam arayan, 
ve sadece en derini arayan O,
Bakışlarında asırlık yaşanmışlık inanç ve sevgi,
yalnız kalmış kibrit kutusu kadar evinin damında,
Umutlarını yarınlara bile bırakamayacak kadar yarınsız,
...
Canı yansada,dışa vursada,
yarınları bekleyemeyecek kadar sabırsız
bizim genç telaşlarımızın yaşlandırdığı...
Unutup gittiğimiz minicik elleri 
O'nun yüzünü ovuşturur olmuş,
ihanetimizin alışılmışlığında...
...
Evinin camından bakmayı bile fazla görmüşüz o minicik yorgun gözlere,
O bize sonsuz ufukların yerini gösterirken...
Senden ne isterki  başka sen ona sevgini veremedikçe,
Hemen gelsin diye beklediği yarınların O'na ihaneti bu...
Yine de umudunu kaybetmeden,
Bu ihanete inaden, ona inad eden ihanetin üzerine gitsede..
Sadece yarınları kadar umutları...
sayılı,alıngan ve kırılgan...
...
Evet  tekrar soruyorum "ne ister senden o minicik gözler?"
O buruş buruş eller?
Paranı mı?
Yoksa O'na satın aldığın yalnızlığı mı?
...
Kendi vicdanının hesabına çalış,
rahatlat içini,
Bakalım nereye kadar?
O'na yaşattığın yalnızlıklar...
...
Sanar mısın ki satın aldığın refakat,
O'na nihayetinde vericek erinç,hümâ ve ifakat?
...
Boş şeylerin peşinden koşuyorsun!
Hırslar,Sen ve o çevrendeki tamahkar ruhlar,
Titretir olmuş o minicik gözleri...
Bastonuyla tutunur da yürür hale gelmiş,
Hala anlayamamışsın o gözlere zulmünü...
Yalan senin için aslolmuş,
Gençsin ama öğrenemediğin bişey var
Dikkat ettin mi?
Yüzünde O'nun sana emaneti
 o mükemmel gülümsemen 
sadece aptal bir aynaya hapsolmuş!

U.E.